11 Aralık 2008 Perşembe

onu da kavuruyoruz, bunu da kavuruyoruz...


Onu da kavuruyoruz, bunu da kavuruyoruz, bir miktar su ekliyoruz, biraz daha kavuruyoruz...
Ama bu lezzete kanıp da fazla kaçırmıyoruz...
Damağımızda yeni lezzetlerle evimize dönüyoruz.
Sen çok yaşa Mehmet Yaşin.
Hastalık yaptı bende Yol Üstü Lezzet Durakları, ben de küçük bir gurme olmak istiyorum, büyümek istiyorum, içimdeki küçük gurmeyi büyütmek istiyorum yol üstü lezzet duraklarında.
Büyüyünce bir olmak istiyorum bu gurmeyle, biliyorum daha vakit var.
Dün arkadaşımla akşam yemeğine çıktık, bir nevi doğumgünü yemeğiydi ama mevzular pek koyu kıvamlıydı( koyu kıvamlıyı tam karşılayan bir kelime var sanırım ama bulamadım).
Bir olmak dedik durduk, 1+1, bir etmez ki, farzet ki etti ikisi de bir.
Her nasıl olursa olsun farzedelim ki ben bu küçük gurmeyle bir olur muyum?
Öğrendim ki uykuluk denen şey sakatat değil, bildiğimden biraz farklı bir et türüymüş. Kuzucukların boyun bölgelerindeki yumuşak etmiş, bahar gelip de çiçekler açmaya başladığında bu bölgedeki etler hormonal olarak artarmış. Yaklaşık bir ay önce Eyüp Sultan'a gitmiştik bir arkadaşımla, dönüşte Sütlüce'ye geçmiştik Koç Müzesinin oralara kadar her yer uyulukçuydu.
Bahar değildi mevsim, nereden bulmuşlardı bu kadar çok uykuluğu, bahardan derin dondurucuya mı atmışlardı uykulukları taze fasülye misali.
Yersiz bir çaba kilolarca fasülyeyi ayıklayıp, tek pişirimlik torbalara doldurup derin dondurucuya
atmak. Bir gün elektrik kesintisi olsa ve farzedelim ki üç gün boyunca gelmese elektirikler, ne olacak fasülyelerin hali, hepsini pişirmek mi zorunda kalacağız?
Kurusu güzeldir fasülyenin ama bakliyat olanından değil, taze fasülye zeytinyağlı fasülye yapar gibi kesilir sonra artık balkon mu olur dam mı olur, genişce güneş olan bir yere, bir çarşafın üzerine serilirdi yaz aylarında.
Annanem çok yapardı kuru yeşil fasülyeyi, sonra öyle tek pişirimlik torbalara dağıtma derdi filan da yoktu. Kendi diktiği koca koca bez torbalara koyardı yarısı yeşil kalmış, yarısı beyazlamış fasülyeleri.
Bütün kış giderdi o fasülye bize, ilkokula gidiyordum en çok kuru yeşil beyaz fasülye yediğim zamanlarda. Pişirmesini öğrendiğim ilk yemeklerdendi, şöyleydi;
fasülyeleri bir miktar yağ ile kavurur,
üzerine bir yumurta kırar,
tuzunu, baharatını ekler,
biraz daha karıştırır kapatırdım altını,
üzerine sarımsaklı yoğurt döker afiyetle yerdim.
Bir de yanında hoşaf ya da komposto varsa keyfime diyecek yoktu.
O zamanlardan beri hoşaf ne, komposto ne demez içerim.Hoşafı nedense daha çok severim.
Yıllardır süregelen bu bilinçsiz tüketime bir dur demek için şimdi baktım hoşaf neymiş, komposto neymiş.
Şöyleymiş efendim; hoşaf kuru meyveye biraz şeker eklenerek suyla kaynatılan içecekmiş.
Aslı hoş-ab olan bu kelime Farsçaymış, Arapça olma olasılığa da yüksek.
Hoş su...
Komposto ise taze meyveden yapılanıymış.
Kavrulasım var damlarda.
Lezzetli okumalar.

Hiç yorum yok: